LİMİTED ŞİRKETLERDE PAYIN MİRAS YOLUYLA İKTİSABI YARGITAY KARAR DERLEMESİ (TTK.m.596)

Avukat Ali Mert KARAKILÇIK

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Miras, eşler arasındaki mal rejimi ve icra” başlıklı 596.maddesinde; “(1) Esas sermaye payının, miras, eşler arasındaki mal rejimine ilişkin hükümler veya icra yoluyla geçmesi hâllerinde, tüm haklar ve borçlar, GENEL KURULUN ONAYINA GEREK OLMAKSIZIN, esas sermaye payını iktisap eden kişiye geçer. (2) Şirket, iktisabın öğrenilmesinden itibaren üç ay içinde esas sermaye payının geçtiği kişiyi onaylamayı reddedebilir. Bunun için, şirketin, payları kendi veya ortağı ya da kendisi tarafından gösterilen üçüncü bir kişi hesabına, gerçek değeri üzerinden devralmayı, payın geçtiği kişiye önermesi şarttır. (3) Red kararı, devrin gerçekleştiği günden itibaren geçerli olmak üzere geriye etkilidir. Red, bu konudaki kararın verilmesine kadar geçen süre içinde alınan genel kurul kararlarının geçerliliğini etkilemez. (4) Şirket, üç ay içinde esas sermaye payının geçişini açıkça ve yazılı olarak reddetmemişse onayını vermiş sayılır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Madde gerekçesinde ise şu açıklamalara yer verilmiştir; “Birinci fıkra: Esas sermaye payının, mirasa veya eşler arasındaki mal rejimleri­ne ilişkin hükümlere göre veya icra yoluyla geçmesi, devre nazaran özellik gösterir. Çünkü, söz ko­nusu varsayımlarda pay bir hukukî işlemle değil, kanun gereği geçmektedir. Kanunî geçişte, genel kurulun onayını aramak, emredici olmayan bir hükmü mirasın, eşler arası mal rejiminin ve icra dü­zeninin önüne geçirmek olur. Bu sebeple, birinci fıkra anılan hallerde payın, genel kurulun onayına gerek olmaksızın hak sahibine geçeceğini kabul edip, hakların kullanılmasına da izin vermiştir. İkinci fıkra: Payı, yukarıdaki üç halden biri ile kazanan kişi, şirket yönünden uygun olmaya­bilir. İkinci fıkra, bu sebeple, şirkete, payı kazanan kişiyi reddetmek yetkisini tanımıştır. Böylece menfaatler dengesi kurulmuştur. Red, tek başına yapılamaz; başka bir deyişle, şirket sadece payı edinen kişiyi reddederek süreci sona erdiremez. Şirketin söz konusu kişiyi reddedebilmesi, yani or­tak olarak kabul etmediğini bildirebilmesi için, ona payı gerçek değerinden almayı önermesi ve ala­cak kişiyi de göstermesi gerekir. Şirket kendisi alabileceği gibi ortağını veya üçüncü kişiyi de öne­rebilir. Bu hükümle, şirketin red yetkisini kullanıp payı eski ortağı bakımından iktisaden değersiz bir konuma getirmesine engel olunmuştur. Hüküm nesnel adaleti sağlamakta ve paya ekonomik de­ğer kazandırmaktadır. Hüküm, İsviçre öntasarısından alınmıştır. Öntasarı Parlamentoda değişikliğe uğramıştır. Deği­şikliğe göre, paylara bağlı hak ve borçların tümünün kazanan kişiye ipso iure geçmesine rağmen, bu kişinin oy haklarını kullanabilmesi için şirket tarafından oy kullanmaya yetkili ortak olarak ta­nınması gerekir. Böylece oy hakkı diğer haklardan ayrılmakta, yani kanunî bağlam bu hakta varlı­ğını sürdürmektedir. Sistem bu ayrılık üzerine kurulmaktadır. Emredici nitelik taşımayan bağlama bu derecede bağlı kalarak payları kanunen kazanan kişiyi korumak güçtür. Tasarı daha açık ve men­faatler dengesine daha uygun bir düzenlemeyi tercih etmiştir. Payı kanunda öngörülen hallerde ik­tisap eden kişi, ayrıca şirkete, onayını vermeyi belli bir süre (üç ay) içinde reddetmesi zorunluğu yüklenerek de korunmuştur. Üçüncü fıkra: Birinci fıkraya göre, paylar ve paylara bağlı haklar ipso iure payları kanunen kazanan kişiye geçtiği için üçüncü fıkra kaleme alınmıştır. Üçüncü fıkra geçişin askıda olduğunu da göstermektedir.”

Madde metni ve Yargıtay uygulamasında ifade edildiği üzere limited şirketlerde bir payın miras yoluyla iktisabı için aranan herhangi bir şekil şartı bulunmadığı gibi, iktisap için diğer ortakların iznine de gerek yoktur (Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2020, s.162). Bu nedenle, murisin ölümü üzerine paylar hiçbir işleme gerek kalmaksızın mirasçılarına intikal ettiğinden, iştirak hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmamaktadır (Y.11.HD. 17.9.2012 T. 2011/6203 E. 2012/13489 K. ; Y.11.HD. 05.07.1983 T. 1983/3374 E. 1983/3550 K.). Gerçekten de özellikle dünyada olduğu gibi ülkemizde şirketlerde kimi zaman en büyük pay sahibi tek kişi olabilmektedir. En büyük pay sahibinin ölümü durumunda şirketlerin ticari faaliyetlerinin durmaması veya azalmaması, buna bağlı olarak maliyetlerin artmaması ve zararlara yol açılmaması, şirketin operasyonel faaliyetlerinin etkilenmemesi, şirketin performansının azalmaması açısından şirketin genel kurulların gerektiğinde hızlı ve ortak akıl ile karar alabilmesi büyük önem arz eder. Hele hala günümüzde küreselleşen dünyada, ortaya çıkan ani ekonomik veya sektörel belirsizlikler veya ülkedeki mevzuatın değişmesi gibi durumlarda anonim şirketlerin değişen ve gelişen duruma uyumlu, hızlı karar alabilmesi daha önemli ve öncelikli bir hale gelmiştir. Hal böyle olunca pay sahibinin mirasçılarının, şirketin genel kurulunda usulüne uygun karar alınabilmesi için iştirak halindeki mülkiyete ilişkin genel hükümlerle bu hukuki sorunun aşılması mümkün değildir. Zaten kanun koyucunun, TTK.m.596 ile genel kurala bu yönden istisna getirmesi günümüz ekonomik koşulları ile uyumludur. O halde pay sahibi öldüğü zaman mirasçıların paya bağlı haklarını derhal kullanmaları bu yönü itibari ile kanun koyucunun da amacına uygundur. Yargıtay uygulaması ve doktrinde de yukarıdaki beyan ve açıklamalara benzer yönde görüş mevcuttur;

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 17.9.2012 Tarihli 2011/6203 Esas 2012/13489 Karar sayılı kararı; “…Ancak, TTK’nun 521/1. maddesine göre, bir payın miras yoluyla iktisabı için aranan herhangi bir şekil şartı bulunmadığı gibi, iktisap için diğer ortakların iznine de gerek yoktur. Bu nedenle, murisin ölümü üzerine paylar hiçbir işleme gerek kalmaksızın mirasçılarına intikal ettiğinden, iştirak hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmamaktadır. BU İTİBARLA, MURİSİN PAYLARININ GERÇEK KİŞİ DAVACI VE DAVA DIŞI DİĞER ORTAKLAR OLAN MİRASÇILARINA, MİRAS PAYLARI ORANINDA İNTİKAL ETTİĞİNİN KABULÜ İLE toplantı nisabı konusunda değerlendirme yapılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.”

Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 05.07.1983 Tarihli 1983/3374 Esas 1983/3550 Karar sayılı kararı; “…Ticaret Yasamız limited şirket paydaşının ölümü halinde, payın miras yoluyla mirascılara geçebileceği ve sermaye payının bölünebileceği gibi bölünmüş payların devrinin olanaklı bulunduğuna ilişkin düzenlemeleri de içermektedir. Davaya dayanak yapılmak istenilen TTK.nun 507/3. maddesinde, ortakların birbirlerinden farklı olarak koyabilecekleri sermayenin bölünmez bir bütün oluşturacağı kuralına karşın, aynı hükümde devir için bölme ya da mirasın taksimi durumları açık biçimde ayrık tutulmuş bulunmaktadır. Ayrıca, anılan Yasa`nın 521. maddesinin 1. ve 2. fıkraları re`sen uyarınca, BİR PAYIN MİRAS YOLUYLA KAZANILMASI İÇİN, AYNI YASA`NIN 520. MADDESİNDE ÖNGÖRÜLEN KOŞULLARIN OLUŞMASINA VE DİĞER TÜM ORTAKLARIN OLURUNA GEREK BULUNMADIĞI GİBİ, esas sözleşmede miras yoluyla kendiliğinden devri engelleyen bir hüküm varsa, ortaklarca bir ay içinde gerçek değer üzerinden satın alacak üçüncü kişi önerilmedikçe mirasçıların otomatikman şirket paydaşı sıfatı kazanırlar. Şirket esas sözleşmesinde tersine bir koşul bulunduğu öne sürülmediği gibi, ortaklarca payı gerçek değer üzerinden satın alacak üçüncü kişi gösterilmesi de söz konusu olmadığına göre, TTK.nun 521/1.maddesinin açık hükmü uyarınca, PAYIN MİRAS YOLUYLA KAZANILMASI İÇİN ORTAKLARIN İZNİNE GEREK BULUNMADIĞININ KABULÜ ZORUNLUDUR. Bunun dışında, sözü edilen Yasa`nın 524. maddesi hükmüne göre, esas sözleşmede tersi kararlaştırılmamışsa, her bölümü 500 liradan aşağı olmamak koşuluyla, bir ortağa ait payın bölünmesi ve bölünmüş bu payların devri de olanaklıdır. Bilimsel öğretide de kabul edildiği gibi, yasa, payın ancak devir için bölünebilmesine olanak tanımış ve bölünen kısmın devralan kişide bütünlüğünü varsayarak, payın bütünlüğü kuralına bağlı kalıp bu kuralı bir kez daha doğrulamıştır ( Prof. Dr. Reha Poroy-Prof. Dr. Ünal Tekinalp-Doç. Dr. Ersin Çamoğlu. “Ortaklıklar Hukuku” İst. 1976, c. 2/267 ). Esas sözleşmede bu durumun tersinin kararlaştırıldığı öne sürülmüş değildir. Dava dilekçesinde belirtilene göre, dava konusu 112 payın değeri ise 112.000 liradır. Bu durumda sunulan veraset belgesi de gözetildiğinde, anılan yasa hükmü uyarınca MİRAS BIRAKANA AİT SERMAYE PAYININ, MİRASÇI SIFATI BULUNAN YANLAR ARASINDA MİRAS PAYLARI ORANINDA BÖLÜŞTÜRÜLMESİ VE ADLARINA DEVRİ OLANAKLIDIR. Anılan hükümlerle, TTK.nun 518/2 ve 527/1. maddeleri hükümleri de gözetildiğinde, MİRASBIRAKANA AİT PAYIN BÖLÜNMESİ VE MİRASÇILARA GEÇMESİ SONUCU BUNLARIN ŞİRKET PAYDAŞI SIFATI KAZANACAKLARINA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEME TÜRK TİCARET YASASI KAPSAMINDA BULUNDUĞUNA GÖRE, anılan Yasa`nın 4. maddesi uyarınca ticari dava niteliği kuşkusuz olan dava konusu uyuşmazlığın çözümlemede asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğunu kabulü zorunludur. Yerel mahkemenin görevsizliğe yönelik yaklaşımı bu nedenle doğru görülmemiştir. Mahkemece, istemin paylaştırmayı da içerdiği gözetilerek miras bırakana ait sermaye payının, miras payları oranında bölünerek, mirasçı sıfatı bulunan yanlara geçtiği ve söz konusu payın bölünebilir nitelikte olduğundan hareketle dava konusu ( 112 ) payın veraset belgesindeki payları oranında mirasçı olan yanlar arasında bölüştürülmesi ve böylece iştirak halindeki sahipliğe son verilmesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.”

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin T. 25.1.2016 2015/6566 Esas 2016/733 Karar sayılı kararında da anonim şirketlerde murisin vefatı halinde YÖNETİM KURULU KARARI İLE veraset ilamı doğrultusunda mirasçıların şirket hisselerinin şirket pay defterine işlenebileceği ifade edilmiştir; “…Davalı vekili, veraset ilamının sunulmaması sebebiyle resen mirasçılık belgesi olmadan yönetim kurulu olarak deftere kayıtlarının yapılamadığını, 31/03/2014 tarihli ihtarname ile veraset belgesinin tevdi edildiği ve akabinde yönetim kurulunun toplanması sonucu, 12/04/2014 tarihli 2014/01 numaralı karar ile davacılar lehine hisselerin pay defterine kaydedildiğini, davanın açıldığı tarih itibariyle davacıların taleplerinin konusunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davalı şirketin davacıların ihtarnamesi ve VERASET İLAMI SONUCU MİRASÇILARI GÖRDÜKTEN SONRA TALEP KONUSU YÖNETİM KURULU KARARINI ALDIĞI, PAYDAŞLIĞI KABUL EDİP DAVA TARİHİNDEN ÖNCE PAY DEFTERİNE KAYDETTİĞİ GEREKÇESİYLE, HMK 114/4 UYARINCA DAVANIN HUKUKİ YARAR DAVA ŞARTI YOKLUĞUNDAN REDDİNE KARAR VERİLMİŞTİR.  Davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle ilk derece mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir.” (Dairenin bu kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi ise yine Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 8.3.2018 Tarihli 2016/8032 E. 2018/1828 K.sayılı kararıyla reddedilmiştir).

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14.Hukuk Dairesinin 07.11.2019 Tarihli 2018/1432 Esas 2019/1425 Karar Sayılı İlamı; “…İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda verilen ve istinafa konu edilen 17/07/2018 tarihli, 2018/259 Esas – 2018/612 Karar sayılı kararında; “…Limited şirketlerde mirasçıların payı iktisabı ve payın mal ortaklığı (MK. 256 vd.) kapsamına alınması için ortakların (TTK’nun 595. maddesinde olduğu gibi) muvafakatine ihtiyaç yoktur (TTK’nun 596/1 m.). Bu istisnai hallerde şekle bağlı devir sözleşmesine de gerek bulunmamaktadır. Onun yerine veraset ilamı, vasiyetname, miras sözleşmesi ve eşler arasındaki sözleşme gerekli ve yeterlidir. Mirasta pay bölünmesi de kendiliğinden gerçekleşir. MİRAS İLE PAYIN İNTİKALİNDE PAY, KENDİLİĞİNDEN KANUNİ MİRAS PAYLARINA GÖRE BÖLÜNEREK MİRASÇILARA GEÇER. Yargıtay 11. HD. 05.07.1983, 3374/3550, esas/karar sayılı kararında da belirtildiği üzere istemin paylaştırmayı da içerdiği gözetilerek miras bırakana ait sermaye payının, miras payları oranında bölünerek, mirasçı sıfatı bulunan yanlara geçtiği ve söz konusu payın bölünebilir nitelikte olduğundan hareketle dava konusu payın veraset belgesindeki payları oranında mirasçı olan yanlar arasında bölüştürülmesi ve böylece iştirak halindeki sahipliğe son verilmesi gerekmekle, davanın kabulüne karar verilmiş,.. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde de işaret edildiği üzere, TTK’nın 596/1. maddesi uyarınca, miras yoluyla payın intikalinde pay, kendiliğinden kanuni miras paylarına göre bölünerek mirasçılara geçeceğinden, davalılar vekilinin aksi yöndeki istinafı nedeni de yerinde değildir.”

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12.Hukuk Dairesini 17.01.2019 Tarihli, 2018/2122 Esas 2019/52 Karar Sayılı İlamı; ‘’…İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, TTK’nun 596. maddesinde düzenlendiği üzere esas sermaye payının miras yoluyla geçmesi halinde, tüm haklar ve borçların genel kurulun onayına gerek olmaksızın esas sermaye payını iktisap eden kişiye geçtiği, dolayısıyla temsilci atanmasında davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir… …Dava, şirket hissesine müşterek temsilci atanması talebine ilişkindir. TTK’nu 596/1 maddesi (6762 sayılı TTK 521)“Esas sermaye payının, miras, eşler arasındaki mal rejimine ilişkin hükümler veya icra yoluyla geçmesi hâllerinde, tüm haklar ve borçlar, genel kurulun onayına gerek olmaksızın, esas sermaye payını iktisap eden kişiye geçer.” hükmünü haizdir. Yukarıda belirtilen yasa hükmü uyarınca Limited Şirketlerde MURİSİN ÖLÜMÜ ÜZERİNE PAYLARI, HİÇBİR İŞLEME GEREK KALMAKSIZIN KENDİLİĞİNDEN KANUNİ MİRAS PAYLARINA GÖRE BÖLÜNEREK MİRASÇILARINA İNTİKAL ETTİĞİNDEN, iştirak hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmamaktadır … Bu durumda ilk derece mahkemesince şirket hissesine müşterek temsilci atanması yönündeki davanın hukuki yarar yokluğundan reddine ilişkin verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin istinaf başvusunun esastan reddine…”

Anayasa Mahkemesi’nin 13.06.2019 Tarihli 2016/74015 Başvuru Numaralı Kararında da aynı husus vurgulanmıştır; “… Başvurucunun murisinin ortağı olduğu Şirketin 20/4/2004 tarihinde tescil edilerek ticari faaliyetine başladığı ve 24/9/2013 tarihinde faaliyetine son vermesi nedeniyle sicilden terkin edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun eşi 100.000 TL sermayeli ve iki ortaklı olarak kurulan Şirkete 50.000 TL sermaye koymak suretiyle ortak olmuş ve aynı zamanda Şirketi temsile yetkili iken 6/7/2004 tarihinde vefat etmiştir. Şirket ortağının mirasçısı olan başvurucu -Şirkete yönelik bir başvurusu tespit edilememekle birlikte- 4721 sayılı Kanun ile 6772 sayılı mülga Kanun hükümleri uyarınca BAŞKACA HERHANGİ BİR İŞLEME GEREK KALMADAN ÖLEN EŞİN MİRASÇISI SIFATIYLA MİRAS PAYI ORANINDA HİSSEDAR OLMUŞTUR. Başvurucu her ne kadar Şirkete yönelik bir başvurusu bulunmadığından ortak sıfatını alamayacağını ileri sürmüş ise de ilgili kanun hükümleri ve Yargıtay içtihadı bu hususta herhangi bir tereddüde neden olmayacak kadar açık olup başvurucu borcun doğduğu tarihte şirket ortağı sıfatını kazanmıştır.’’

Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 16.12.2019 Tarihli 2019/1597 Esas 2019/8206 Karar Sayılı İlamında da aynı husus vurgulanmıştır; “…Davalı vekili, davacıların şirket hisselerini miras yoluyla kazandıklarını, elbirliği mülkiyetine tabi hisselerle ilgili kararları oybirliği ile almak zorunda olduklarını, ancak bir kısım mirasçıların şirkete karşı tavır aldıklarını, davacıların iptalini istedikleri kararın alınmasından 2 ay önce müdürlerin görev sürelerini uzatmalarına rağmen, genel kurulda bilançoyu onaylayıp ibra yönünde olumsuz oy kullanmalarının, kötü niyetli olduklarını ortaya koyduğunu, savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve kısmen benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacıların miras yoluyla davalı şirkete ortak oldukları, TMK’un 701.maddesi düzenlemesinin aksine, davacıların hisseye yönelik haklarını müstakilen kullanabilecekleri ve dava açabilecekleri, 30/03/2013 tarihli ortaklar kurulunda alınan dört numaralı karar ile; yapılan oylama sonucunda, şirket müdürleri …ve …’in ibrasına karar verildiği, haklarında ibra kararı verilen müdürlerin de, oylamaya katıldıkları ve ibra yönünde oy kullandıkları, kullanılan oyun, sonuca etkili olduğu, bu haliyle “yönetim kurulu üyelerinin kendi ibralarının görüşülmesi neticesinde alınacak kararlarda, oy kullanamayacaklarına” dair yasal düzenlemeye aykırılık bulunduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.’’

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 16.11.2020 Tarihli 2020/88 Esas 2020/5086 Karar Sayılı ilamında da aynı hususlar vurgulanmıştır; “…Davacı vekili, müvekkili şirketin hissedarlarından …’nin 23.03.2015 tarihinde vefat ettiğini, müteveffanın şirketteki esas sermaye payının yasa gereği davalılara geçtiğini, …’nin vefatından sonra gerek mirasçılar gerekse mirasçıların avukatları ile yapılan görüşmelerde şirketteki hisselerin davalı mirasçılar adına pay defterine işlenmesi, tescil ve ilan edilmesi hususunda yasal işlemlerin yapılması talebinde bulunulduğunu, ilgili hususta ihtarname gönderildiğini, ancak davalıların yasal zorunlulukları yerine getirmediklerini belirterek davalıların miras bırakanı …’den intikal eden davacı şirketteki esas sermaye paylarının, davalıların miras hisseleri oranında intikal ettirilip pay defterine işlenmesi, tescil ve ilan edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekili, müvekkillerinin murisinin vefat etmesi üzerine TMK’nın 640. maddesi uyarınca terekeye elbirliği ile sahip olduklarını, davacı şirkete gönderilen ihtarname ile …’nin şirketteki ortaklık payının davalılar adına şimdilik elbirliği şeklinde pay defterine kaydedilmesinin talep edildiğini, davacıların dava açmakta hukuki yararları olmadığını, kanunen elbirliği ile hak sahipliği şeklinde intikal eden terekeyi paylaşmak veya paylı mülkiyete dönüştürmenin mirasçılara tanınan bir hak olduğunu, yasanın mirasçılara tanıdığı bu hakkı üçüncü kişilerin kullanmasının mümkün olmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; limited şirketlerde mirasçıların payı iktisabı ve payın mal ortaklığı kapsamına alınması için şekle bağlı devir sözleşmesine gerek bulunmadığı, veraset ilamı, vasiyetname, miras sözleşmesi ve eşler arasındaki sözleşme gerekli ve yeterli olduğu, mirasta pay bölünmesinin kendiliğinden gerçekleştiği, MİRAS İLE PAYIN İNTİKALİNDE PAY, KENDİLİĞİNDEN KANUNİ MİRAS PAYLARINA GÖRE BÖLÜNEREK MİRASÇILARA GEÇTİĞİ, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 05.07.1983, 3374/3550, esas/karar sayılı kararında da belirtildiği üzere istemin paylaştırmayı da içerdiği gözetilerek miras bırakana ait sermaye payının, miras payları oranında bölünerek, mirasçı sıfatı bulunan yanlara geçtiği gerekçesiyle davanın kabulüne, davacı şirket hissedarlarından …’nin 23.03.2015 tarihinde vefatı nedeniyle geriye mirasçıları olarak davalılar … ve …’nin kaldığı anlaşılmakla …’nin sahip olduğu 25 hisse karşılığı 62.500 TL esas sermaye payının miras hisseleri oranında 4 pay kabul edilerek 3 payının … ve 1 payının … adına DAVACI ŞİRKET PAY DEFTERİNE İŞLENEREK TİCARET SİCİLİNDE TESCİL VE İLANINA KARAR VERİLMİŞ, karara karşı davalılar vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesinde; TTK’nın 596. maddesi uyarınca esas sermaye payının miras yoluyla geçmesi halinde tüm hak ve borçlar genel kurulun onayına gerek olmaksızın esas sermaye payını iktisap eden mirasçılara geçtiği, ancak bu durumun Ticaret Sicil Gazetesi’nde tescil ve ilan edilmesi için Ticaret Sicil Yönetmeliği’nin 103/b-c maddeleri uyarınca gerekli belgelerin ticaret siciline ibrazı gerektiği, davacı tarafından davalılara bu kapsamda ihtarname gönderildiği, ancak davalılarca veraset belgesinin sunulmadığı, davacı şirketçe de ticaret siciline başvuru yapılamadığı, bu sebeple davacının dava açmakta hukuki yararı olduğu gerekçesiyle davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir. …Somut olayda; davacının 598. maddede sunulan imkanı kullanmadan davalılara miras yolu ile intikal eden şirket paylarının paylaştırılması istemini de içerir şekilde işbu davayı açtığı anlaşılmakta olup, işbu davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığının kabulüyle neticesine göre karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirmeye dayalı olarak yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi isabetli olmadığından, yerel mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunu esastan reddeden bölge adliye mahkemesi kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir.”

Yine bu hususta Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 8.12.2014 Tarihli 2014/11873 Esas 2014/19247 Karar Sayılı ilamında; “…Davalı vekili, davacıların şirket hisselerini MİRAS YOLUYLA KAZANDIKLARINI, elbirliği mülkiyetine tabi hisselerle ilgili kararları oybirliği ile almak zorunda olduklarını, ancak bir kısım mirasçıların şirkete karşı tavır aldıklarını, davacıların iptalini istedikleri kararın alınmasından 2 ay önce müdürlerin görev sürelerini uzatmalarına rağmen, genel kurulda bilançoyu onaylayıp ibra yönünde olumsuz oy kullanmalarının, kötü niyetli olduklarını ortaya koyduğunu, savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve kısmen benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacıların miras yoluyla davalı şirkete ortak oldukları, TMK’un 701.maddesi düzenlemesinin aksine, DAVACILARIN HİSSEYE YÖNELİK HAKLARINI MÜSTAKİLEN KULLANABİLECEKLERİ VE DAVA AÇABİLECEKLERİ, 30/03/2013 tarihli ortaklar kurulunda alınan dört numaralı karar ile; yapılan oylama sonucunda, şirket müdürleri …ve …’in ibrasına karar verildiği, haklarında ibra kararı verilen müdürlerin de, oylamaya katıldıkları ve ibra yönünde oy kullandıkları, kullanılan oyun, sonuca etkili olduğu, bu haliyle “yönetim kurulu üyelerinin kendi ibralarının görüşülmesi neticesinde alınacak kararlarda, oy kullanamayacaklarına” dair yasal düzenlemeye aykırılık bulunduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.’’