Avukat Ali Mert Karakılçık
Doktrinde ifade edildiği üzere muvazaa müessesesi iki gruba ayrılmakta olup bunlar mutlak muvazaa ve nisbi muvazaa olarak adlandırılmaktadır. Bunlardan mutlak muvazaada; taraflar 3.kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar. Muvazaanın diğer türü olan nisbi muvazaada ise; taraflar gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler. Bu kapsamda muris muvazaası, niteliği itibariyle nisbi muvazaa türü olup bir işlemin muris muvazaası sayılabilmesi için murisin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmayı hedefleyerek, gerçek amacını gizleyen bir hukuki işlem gerçekleştirmesi gerekmektedir (Y.1.HD. 17.10.2011 T. 2011/7019 E. 2011/10389 K.). Şayet muris tarafından yapılan işlem, bu amaca hizmet etmiyorsa gerçekleştirilen işleme dair muris muvazaası sebebiyle tenkis ya da tapu iptali ve tescil isteminde bulunulamaz (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur GENÇCAN, Miras Hukuku, Ankara 2016, s.693). Yine mirasbırakan tarafından yapılan sağlararası işlemin gerçek satış olduğu, işlemde muris muvazaasının bulunmadığı anlaşılırsa tenkis iddiası dinlenemez (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Başkanı Aydın TEKDOĞAN, Mirasta Denkleştirme ve Tenkis Davaları, 1. Baskı, s.212 ; Y.1.HD. 08.03.2017 T. 2014/19982 E. 2017/1137 K.). Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bir kararında, murisin satış yolu ile yaptığı devirlerin tenkise tabi tutulmasının mümkün olmadığını, zira sağlararası kazandırmaların tenkise tabi olabilmesi için mutlaka TMK.m.565’de bahsi geçen karşılıksız kazandırma şeklinde olması gerektiğini, ancak satış sözleşmelerinin ivazlı sözleşmeler olduğunu, bu devrin muvazaalı olduğu iddia ediliyorsa da bu hususun davacılar tarafından ispatlanması gerektiğini, tapuda görünen devir bedeli ile rayiç bedel arasındaki farkın tek başına muvazaa iddiasının kanıtı olamayacağını vurgulamıştır (YHGK 16.06.2010 T. 2010/1-295 E. 2010/333 K. ; Aynı yönde YHGK. 2.11.1983 T. 1980/1-3353 E. 1983/1057 K. ; Y.1.HD. 6.7.1992 T. 1992/5278 E. 9098 K.).
Tekraren belirtmek gerekir ki muris muvazaası, diğer mirasçıları, miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla yapılan karşılıksız kazandırmaların, gerçeğe aykırı şekilde satış gibi gösterilmesidir. Bu kapsamda muris muvazaası şartlarının gerçekleşmesi için şu üç koşulun bir arada bulunması gerekmektedir; tarafların gerçek amaçları ile yaptıkları işlemler arasında bilerek ve isteyerek yapılan bir uyumsuzluk olmalı; üçüncü kişileri aldatma amacı olmalı, tarafların muvazaalı işlem yapma konusunda aralarında anlaşmaları gerekmektedir (Prof.Dr. Mustafa DURAL – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV – Miras Hukuku, İstanbul 2019, s.262). Bu üç şart kümülatif nitelikte olup birinin dahi eksikliği durumunda muris muvazaası iddiası dinlenemeyecektir. Nitekim aksi düşünce halinde terekeye dahil olabilecek malvarlığına dair tüm hukuki işlemler muvazaa iddiasıyla iptale tabi kılınacaktır ki bu durum hukuki işlem güvenilirliğinin sarsılmasına neden olacaktır.
Tüm bu hususlarla birlikte nisbi muvazaada, görünürdeki işlem muvazaa sebebiyle geçersiz olmasına karşın gizli işlem geçerli sayılmaktadır. Bu kapsamda yaptığı bağışlama sözleşmesini satış gibi göstererek gizlemek isteyen mirasbırakanın asıl amacı ortaya çıktığında normal olarak, yapmış göründüğü satış sözleşmesi geçersiz sayılırken gizlediği bağış sözleşmesi geçerli kalmaya devam etmektedir (Prof.Dr. Mustafa DURAL – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Türk Özel Hukuku Cilt IV – Miras Hukuku, İstanbul 2019, s.263). Zira nisbi muvazaada gizli işlem, işlemin kanunda öngörülen şekilde yapılıp yapılmamasına göre geçerli veya geçersizdir. Örneğin muvazaalı işlemin konusu taşınırsa, taşınırların bağışlanması şekle bağlı olmadığından, görünürdeki satış sözleşmesi muvazaa sebebiyle geçersiz olsa bile bağışlama sözleşmesi geçerlidir. Burada özellikle tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların taşınır hükümlerine tabii olmasından dolayı bu taşınmazları konu edinen muvazaalı işlemlerin geçerli olduğunu vurgulamak gerekir. Diğer bir ifadeyle mirasbırakan tapuya kayıtlı olmayan bir taşınmazı bir başkasına satmış gibi hareket edip gerçekte bağışlamışsa, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazın devri şekle bağlı olmadığından gerçek iradeyi yansıtan bağışlama sözleşmesi geçerlidir (Doç.Dr.Sezer ÇABRİ, Miras Hukuku Şerhi, Cilt I, İstanbul 2018, s.928).
Tüm bu hususlara ilişkin Yargıtay karar özetleri aşağıdaki şekildedir;
Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 17.10.2011 Tarih ve 2011/7019 Esas 2011/10389 Karar Sayılı İlamı; ‘‘…Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, B.K. 213. ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa sebebiyle geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoş görüyle karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa mirasçısından mal kaçırma iradesinden söz etme olanağı yoktur. O halde, miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı? yoksa mal kaçırma amacın mı? üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur’’
Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 08.03.2017 Tarihli 2014/19982 Esas 2017/1137 Karar Sayılı ilamı; “…O halde, miras bırakanın hukuki ehliyeti haiz olduğu 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri gereğince Dairesinden alınan raporla saptandığına göre isteklerden muris muvazaasına ilişkin iddianın değerlendirilmesi, tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri delillerin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilerek soruşturmanın tamamlanması, öte yandan; çekişme konusu temlikin gerçek satış olduğunun saptanması halinde tenkis iddiasının dinlenemeyeceği de gözetilerek hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması, gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.’ gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda muvazaa olgusunun ispatlanamadığı, satışın gerçek olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA,”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.06.2010 Tarihli 2010/1-295 Esas 2010/333 Karar sayılı ilamı; “…Murisin satış yolu ile yaptığı devirlerin tenkise tabi tutulması mümkün değildir. Zira sağlararası kazandırmaların tenkise tabi olabilmesi için mutlaka TMK 565. Maddesinde bahsi geçen karşılıksız kazandırma şeklinde olması gerekmektedir. Oysa mevcut durumda devrin şekli olan satış ivazlı bir sözleşmedir, bu devrin muvazaalı olduğu iddia ediliyorsa da davacılar ispatla mükelleftir. Davacıların iddialarının aksine tapuda görünen devir bedeli ile rayiç bedel arasındaki fark tek başına muvazaa iddiasının kanıtı olamaz.’’ (Aynı yönde YHGK. 2.11.1983 T. 1980/1-3353 E. 1983/1057 K. ; Y.1.HD. 6.7.1992 T. 1992/5278 E. 9098 K.).
SONUÇ OLARAK; muris muvazaası, niteliği itibariyle nisbi muvazaa türü olup bir işlemin muris muvazaası sayılabilmesi için murisin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmayı hedefleyerek, gerçek amacını gizleyen bir hukuki işlem gerçekleştirmesi gerekmektedir. Şayet muris tarafından yapılan işlem, bu amaca hizmet etmiyorsa gerçekleştirilen işleme dair muris muvazaası sebebiyle tenkis ya da tapu iptali ve tescil isteminde bulunulamaz. Yine mirasbırakan tarafından yapılan sağlararası işlemin gerçek satış olduğu, işlemde muris muvazaasının bulunmadığı anlaşılırsa tenkis iddiası dinlenemez.